SAMSUN&BÖLGE Yaşam

Fatsa’lı Hekimoğlu Kimdir

Fatsa’lı Hekimoğlu Kimdir

Hekimoğlu İbrahim Kimdir?

Hekimoğlu İbrahim, Fatsa’nın Yassıtaş Köyü’ndendi. Yassıtaş Köyü, yerli halkın yaşadığı bir Türk köyü idi. Hekimoğlu, hakkında bir kitap yazmış olan Murat Sertoğlu’nun halk ağzından derlediği ve doğruluğu genel kabul gören bilgilerine göre Hekimoğlu İbrahim sarışın, yakışıklı, yiğit ve atak bir gençti, kuvveti ve silâh atıcılığındaki ustalığı ve mahirliği ile diğer arkadaşları arasında hemen fark ediliyordu.

Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi Karadeniz’de de herkesin bir soy adı, bir lâkap taşıması pek eski bir gelenektir. Bu bakımdan İbrahim’e Hekimoğlu derlerdi ve adından çok bu lâkapla anılırdı.6 Sertoğlu, Hekimoğlu’nun ilk yıllarını şöyle anlatıyor.7

“Hekimoğlu İbrahim, Fatsa’da 1900’lü yıllarda 1293 (1876) harbi muhacirlerinden Gürcü Sefer Ağa’nın değirmeninde çalışmaktadır. Sefer Ağa’nın Fadime adında yeni yetişmiş çok güzel bir kızı vardı. Fadime bir gün babasını görmek üzere değirmene gelmişti. Sefer Ağa değirmende olmadığı için onun yerine Hekimoğlu kendisini karşıladı ve bu ilk karşılaşmada birbirlerine âşık oldular.

Rivayetlere göre iki genç uzak yerlerde buluşuyorlardı. Ve işte bu buluşmaların birinde Gürcüler’den Yusuf adında bir genç bunları gördü. Yusuf onlara orada ‘Gürcü kızlarının evlenmeden önce nişanlıları bile olsa, bir erkekle buluşup konuşmalarının yasak olduğunu söyledi’. Hekimoğlu oradan ayrılıp eve geldi, eve kapandı ve kimseyle görüşmedi.

Hekimoğlu’na Gürcüler’in Yassıtaş Köyü’ndeki halkla selâmı sabahı bıraktıklarına, alış veriş yapmadıklarına dair haberler geliyordu. Aradan iki hafta geçti ve Gürcü Köyü’nden Hasan geldi ve kendisi ile yarın bağ evinde görüşmek istediğini söyledi. Onların amacı, Hekimoğlu’nu bağ evinde vurarak bu işi kökünden kapatmaktı.

Hekimoğlu gidip gitmemek arasında kararsızdı. Ve uzun düşüncelerden sonra gitmeye karar verdi. Eğer gitmezse korkak olduğunu göstermiş ve suçu kabullenmiş olacaktı. Kararını vererek Martin’ini aldı. Fişeklerini omuzlarına ve beline doladı. Tabancasını da kuşağının arasına yerleştirdi.

Kendisine nereye gittiğini soranlara domuz avına gittiğini söyledi ve onlardan haklarını helâl etmelerini istedi. Ama, Gürcü genci bağda onu bekliyordu; çoğunluk onun buraya gelecek kadar deli olmadığını öne sürüyordu. Fakat Hekimoğlu onların yanına geldi ve ona niçin böyle bir şey yaptığını sordular. O da amacının kötü olmadığını, her şeyi Yusuf’un abarttığını söyledi.

Bu arada Yusuf silâhını ateşledi. Fakat Hekimoğlu hemen yere yattı ve kurşun sıyırdı. O arada Hekimoğlu martininin tetiğine bastı ve acı bir çığlık duyuldu. Hekimoğlu oradan uzaklaştı ve ormana daldı. Gürcüler’den bir kişi ölmüştü ve onun intikamı alınmalıydı. Sabah Fatsa’ya gittiler ve olayı zaptiyeye bildirdiler. Hekimoğlu ise gidip hükûmete teslim olmayı düşündü, ancak bu delilik olabilirdi.

O bu cinayeti nefsini korumak için işlemiş olduğuna kimseyi inandıramayacaktı ve haksız yere bu cezayı çekecek olsa bile hapishanede onu Gürcüler yaşatmayacaklar ve adamları eli ile öldürteceklerdi. Bu durum karşısında ister istemez dağları kendisine mesken tutmak kanun dışı bir hayat sürmek durumundaydı.

HEKİMOĞLU EŞKIYA RUHLU MU?

Hekimoğlu ise Kumru’da bulunan yakın arkadaşının yanına patika yolları takip ederek gitti. Arkadaşına, Karataş Köyü’nde bir Gürcü’yü öldürdüğünü anlattı. Ona köye gitmesini ve gelirken canı tehlikede olduğundan dolayı iki yeğenini getirmesini istedi.

Yolda gelirken çok samimi arkadaşı Gedik Halil de onlara katılınca dört kişi ile Hekimoğlu Çetesi kuruldu ve Kumru’dan ayrılıp Niksar’a gittiler. Birkaç baskın ve dağa adam kaldırarak para sıkıntısından kurtuldular.

Bir yıl sonra 11 kişi olup hükûmetin başına büyük belâ oldular. Tokat, Zile, Niksar, Ünye, Fatsa, Kumru ile Akkuş arasındaki yerlerdeki geniş arazide istediği gibi at koşturuyordu. Bu arada zaptiye kuvvetleri ile giriştiği birkaç çatışmadan rahatlıkla sıyrılmıştı.

Zorda kalmadıkça adam öldürmemeye dikkat ederdi. Halka zulüm etmekle tanınmış kişilere musallat olmak ve bunlardan aldığı paraların bir kısmını fukara, yardıma muhtaç köylüye dağıtırdı. Onun bu davranışı fakir köylüler nezdinde büyük heyecan uyandırmış, onu sevmeye ve ona halk kahramanı gözüyle bakmaya başlamışlardı. Hangi köye uğrayacak olsa orada sevinç ile karşılanıyor ve dikkatle korunuyordu. Bunun için zaptiyeler bütün gayretlerine rağmen onun izini bulamıyorlardı.

Bu devirlerde kendisini tanımış bulunan birçok yaşlı hemşehrileri ve kişilerle konuştum. Hepsi de Hekimoğlu’nun hiç de eşkıya ruhlu, kan dökmekten zevk alan bir kişi olmadığını söylemekte birleşiyorlar. Bunlardan biri olan eski güreşçilerden İsmail Hakkı Edeoğlu bakın neler anlatıyor.

‘Ben Tokat’ın Kızılcaören Köyü’ndenim. O sıralarda köyün ilkokuluna devam ediyordum. Bir gün evimize bir takım silâhlı adamlar geldiler; bunların hemen Hekimoğlu Çetesi olduğunu öğrendik. İşte Hekimoğlu denilen adamı o zaman görüp tanıdım. Orta boylu, sarışın, son derece yakışıklı bir adamdı.

Biz önce bunlardan korkmuştuk, ama büyüklerimizde bir korku falan görmeyince, bunların öyle korkulacak bir yeri olmadıklarını hemen anladık. Büyüklerimiz onları dostça karşılamışlardı. Sonra Hekimoğlu okulumuza geldi. Bizi topladı, sevdi, okşadı. Bize marşlar, okul şarkıları söyletti.

Arkasından derslerimize çok çalışmamızı, yurda yararlı kişiler olmamızı öğütledi. Giderken de her birimize beşer kuruş verdi.’ Bundan da güzelce anlıyoruz ki, Hekimoğlu bütün cahilliğine rağmen eşkıya olmak için yaratılmış bir kişi değildi. Bir defa elini kana bulamış ve kanun dışı bir hayata sürüklenmişti.”

FEODAL AĞA ZULMÜNE BAŞ KALDIRAN KARADENİZ’ İN YOKSUL ÇOCUĞU; “HEKİMOĞLU İBRAHİM”.

Özellikle, 1971 öncesi Devrimci Gençliği tarafından sıklıkla söylenen Hekimoğlu türküsüyle adı bilinir olmuştu ama gerek yaşamı ve gerekse başkaldırışı ile ilgili olarak anlatılanlar, tıpkı onun adına yakılan türküde yer alan “konaklar yaptırdım mermer direkli” dizesi gibi, büyük bir çoğunlukla, gerçeklerden uzaktı.

O yoksul bir halk çocuğuydu. Hayattaki tek varlığı olan anası ile yaşam kavgası verirken emeğine el koymak isteyen bir feodal ağaya karşı başkaldıran ve yiğitçe mücadele eden bir halk çocuğu.

Sistem onu öylesine red etmişti ki, diğer eşkıyalar “aff-ı şahane” ye mazhar olup “düze inerken” ve hatta “kır serdarı” namı altında kolluk kuvveti görevi yaparken, onun af başvurusu aylarca bekletildikten sonra red edilmişti.

Peşine düşen bir feodal yanaşmasının paraya boğduğu nicelerden biri olan “puşt – pezevenk” muhtarın ihbarıyla tuzağa düşürülüp saatler süren çatışmadan sonra katledildiğinde tarihler 26 Nisan 1913 ü gösteriyordu.

Yoldaşıyla birlikte cesedi sergilenen Hekimoğlu’ nun kolunun altına tutuşturulan meşhur “aynalı Martin”i, yalnızca tek kurşun atan 1870 li yılların sonunda üretilen bir Henry Martin tüfeği idi.

Osmanlı askerleri ise, fotoğrafta da görüldüğü gibi, 1887 yılından itibaren Osmanlı ordusunda kullanılmaya başlanılan, şarjörü 8 mermi alan Alman yapımı Mauser tüfekleri ile donatılmıştı.

Şair Metin Demirtaş’ ın dizelerinde belirttiği gibi;

“Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara
Bakma şimdi durgunsa, bir şahan gibi duruyorsa
Yorgundur, savaşlar görmüştür, çeteciler barındırmıştır
Yani satılmış değillerdir hiç tüfek patlamıyorsa
Alaçamın, mor meşenin ardına silah çekip yatmaya
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara

Bizim de halkımız vardır Che Guevara
Unutulmuş uzak tarlalar yalazında
Sazıyla, kardeşliğe vurgun
Bütün ulusların halkları gibi
Ve yalnız büyük fırtınalarla kımıldayan
Bizim de halkımız vardır Che Guevara…”
AHK

Resim: Tüfeğiyle birlikte yerde yatan Hekimoğlu İbrahim’dir

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

0 Paylaşımlar
Tweetle
Paylaş
Paylaş
Pin

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL