GENEL

Allah Nankörü sevmez

Allah Nankörü sevmez

ibrahim sure
Müşrikler putperestliklerine geçerlilik kazandırmak için şöyle diyorlardı: “Biz bunlara, sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz.” Ancak ayetin devamı, onların yalan söylediklerini açıklıyor: “Allah, yalancı, nankör insanı doğru yola iletmez”

31. İLKE:
Allah Teâlâ’ya ortak koşmanın kınandığı diğer ayetlerde de görmekteyiz ki (Bakara, 21; İbrahim, 30; Sebe, 33; Zümer, 8; Fussilet, 9) müşrikler onların Allah Teâlâ’nın özelliklerine sahip olduklarına inanıyorlardı. Daha sonra, onların bu makamlara sahip olduklarını sandıkları için de, onları severek adeta kendilerine tapınıyorlardı. Başka bir tâbirle: Onları bazı açılardan Allah Teâlâ’nın eşi, benzeri ve şeriki sandıkları için onlara tapıyorlardı.
Kur’an-ı Kerim kıyamet gününde müşriklerin, kendilerini ve putlarını şöyle kınayacaklarını beyan ediyor: “Vallahi, biz apaçık bir sapıklık içindeymişiz! Çünkü sizi (putları) âlemlerin Rabbine eşit tutuyorduk. (Şuarâ, 97-98).
Evet, Allah Teâlâ’nın ilahlık dairesi çok geniştir; bu nedenle Hz. Resul-i Ekrem’in (s.a.a.) dönemindeki müşrikler rızık, diriliş, emanet ve âlemin genel yönetimi gibi önemli konularda muvahhid idiler.
Nitekim şöyle buyuruluyor: “De ki: ‘Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da o kulak(lar)ın ve gözlerin sahibi kimdir? (Onları yaratıp yöneten kimdir)? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Kim buyruğu(nu) yürütüyor (kâinatı yönetiyor)?’ ‘Allah’ diyecekler. De ki: O halde (O’nun azabından) korunmuyor musunuz?!” (Yunus, 31).
De ki: “Biliyorsanız (söyleyin) dünya ve içinde bulunanlar kimindir?” “Allah’ındır” diyecekler. O hâlde, “Neden anmıyorsunuz?” de. “Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?” de. Bunlar, “Allah’ındır” diyecekler. “O halde neden (O’nun azabından) korunmuyorsunuz?!” de.”
Fakat bu kişiler, daha önce değindiğimiz Meryem ve Yâsin sûrelerinin ayetleri gereğince, savaşta gâlip gelme, yolculukta tehlikeden korunma gibi şeylerde âlemin kaderinde mabutlarının bir etkisi olduğunu sanıyor ve bundan da öte, şefaati onların hakkı bilerek, onların Allah Teâlâ’nın izni olmaksızın şefaat edebileceklerini ve şefaatlerinin etkili olacağını sanıyorlardı.
Dolayısıyla, bazı kişilerin, bazı şeylerin yönetimini Allah Teâlâ’ya has bilerek muvahhid olmalarıyla; şefaat, yarar ve zarar sağlamak, izzet ve mağfiret, yönetim ve bazı işleri elinde bulundurma gibi şeyleri mabutlarına ait bilip onlarda mabutlarının etkili olacağına inanmaları arasında bir çelişki yoktur.
Evet, bazen müşrikler Allah’a ortak koşmalarına ve putperestliklerine geçerlilik kazandırmak için şöyle diyorlardı: “Biz putlar aracılığıyla Allah’a yakın olmak için onlara tapıyoruz (ayin yaşamımızda onları etkili bilmiyoruz).”
Kur’an-ı Kerim onların bu izahını şöyle naklediyor: “Biz bunlara, sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz.”
Ancak ayetin devamında, onların bu konuda yalan söylediklerini açıklıyor:
“Allah, yalancı, nankör insanı doğru yola iletmez.” (Zümer, 3)
Fakat rubûbiyet ve ilahlıkta tevhid, insan ve dünya hakkında Allah’ın -külli veya cüz’i- izni olmaksızın Allah’tan başkasının her türlü bağımsız yönetim düşüncesini geçersiz kılmak anlamındadır. Kur’an-ı Kerim’in tevhidî mantığı, her türlü müstakil yönetim düşüncesini iptal ederek Allah’tan başkasına ibadeti bâtıl ve geçersiz bilmektedir.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

0 Paylaşımlar
Tweetle
Paylaş
Paylaş
Pin

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL